Ansiklopedik tanım olarak Özgüven “insanın bir işi veya eylemi yapabilmeye karşı hissettiği yeterlilik duygusu” gibi gözükse de aslında bunun çok daha ötesindedir.
Özgüven insanı bir işe başlatabilen ve o iş içindeyken kararlı bir şekilde yürüyebilmesini, devam edebilmesini sağlayan çok önemli bir duygudur ve hayatımızdaki etkileri göründüğünden çok, çok, daha fazladır.
Bir insanı bir işe ya da eyleme başlatabilen birçok motivatör vardır, para, saygınlık, daha iyi bir gelecek beklentisi gibi. Ancak burada aynı zamanda çok önemli bir ayrıntı da vardır.
İnsan yaradılışı gereği başaramayacağını düşündüğü bir eyleme girişmez. Hatta insan o kadar garantici bir varlıktır ki başarılı olma oranı %90 olsa bile çoğu zaman o işten korkar ve başlayamaz. %10’luk başarısızlık ihtimali onu %90’lık başarı ihtimalinden daha fazla etkiler.
Mesela sırf bu yüzden insanların çoğu daha fazla para kazanma ihtimallerinin olduğu kendi işlerini yapma veya prim usulü çalışmayı tercih etmezler. Çünkü orada bir risk vardır. Bunun yerine “daha az kazanayım ama ay sonunda alacağım para garanti olsun” bakış açısıyla ağırlıklı olarak sabit maaşlı işlerde çalışmayı tercih ederler.
Bir insanın özgüveni yüksekse zaten başarabileceğine inanır ve yapmak istediği işe başlamakta zorluk çekmez. Ne yapmak istiyorsa, ne olmak istiyorsa o işe hızla girişir ve özgüvenini kaybetmediği sürece vazgeçmeyeceği için eninde sonunda istediğine sahip olur.
Fakat Özgüveni düşük insan başarabileceğine dair bir inanca sahip olamayacağı için hiçbir işe ya da eyleme girişemez. Bu yeni bir iş projesi de olabilir, mutsuz hayatından kurtulmak için başlaması gereken değişim hareketi de olabilir.
Peki sonra ne olur?
İşte asıl sorun burada başlamaktadır. Özgüveni düşük insan herhangi bir şeyi başarabileceğini düşünemediği için zamanla eylemsizleşir. Önce hayat, sonra da çevresindeki insanlar tarafından kontrol altına alınır ve yönetilir.
Bu saatten sonra özgüveni düşük insan bunu fark etse dahi artık iş işten geçmiştir. Özgüveni iyice tükendiği için içinde bulunduğu bu durumdan çıkabileceğine dair hiçbir bir pozitif inanç geliştiremez. Tam bir kısır döngüye girer, özgüveni düştüğü için kendisini istemediği bir hayatın içinde bulur ama yine özgüveni düşük olduğu için kendisini buradan çıkarabilecek atılımları yapmaya da cesaret edemez.
İşin en ilginç tarafı ise özgüveni düşük insanların çoğunun ortalamanın üzerinde zekaya sahip olmalarıdır. İstisnalar olmakla birlikte genellikle bir insan ne kadar cahil ve az biliyorsa o kadar çok bildiğini ve her konuda yeterli olduğunu sanır ve özgüveni yüksek olur.
İnsanın eğitimi, farkındalığı ve analiz yeteneği arttıkça ise her olayın ve durumun olası negatif sonuçlarını, risklerini de görmeye başlar ve bu gördükleri onu korkutur, harekete geçmesini engeller.
Tam bir ironi değil mi? 🙂
İşin buradan sonrası daha da vahim ve üzücüdür. Özgüveni iyice düşen insan maalesef artık hayatında hiçbir yeni girişim ve atılımda bulunamaz. İçinde bulunduğu mutsuz hayatı değiştirebileceğine veya ilerleyen zamanlarda daha güzel, daha kaliteli bir hayat yaşayabileceğine dair inancını tamamen kaybeder.
Bu durum onu içten içe kemirmeye başlar, içinden gelen sesler bir türlü susmaz ve kişi içinden gelen bu rahatsız edici sesleri susturabilmek için sonunda yeni bir savunma mekanizması oluşturur. Bu yeni savunma mekanizmasının adı da “ben zaten istemiyorum ki” dir.
Kişi bu sahte inançla isteyip de yapamamanın verdiği acılardan kısmen de olsa kurtulduğunu sanır.
“Ben zaten onu istemiyorum ki, ben zaten bunu istemiyorum ki” yanılgılarının sonu bir süre sonra “benim zaten bu hayattan bir beklentim yok, hiç bir hevesim, isteğim, umudum yok” çizgisine kadar gelir.
İşte burası çok tehlikeli bir noktadır çünkü burada artık umut bitmiştir. Umut insanı bu dünyada tutan, ona yaşama sebebi veren, her sabah uyandığında onu yataktan kaldırıp hayatı yaşamaya başlamasını sağlayacak enerjiyi veren güçtür. Umudu biten insan benzini bitmiş araba gibidir. Artık yolu tamamlayacak enerjisi kalmamıştır.
Maalesef insanların çoğu bu noktada artık yaşama arzularını ve amaçlarını kaybeder ve intiharı düşünmeye başlarlar ve hatta birçoğu bunu denerler. Denemeseler bile bunu olası bir acil çıkış kapısı, acılardan sonsuza dek kurtuluş yolu gibi gördüklerinden, sanki bu bir alternatifmiş gibi düşündüklerinden dolayı kısmen de olsa rahatlarlar, en azından tamamen delirmezler.
Ama dini inançlarına sıkı sıkıya bağlı insanlar için durum daha da vahimdir. Onlar inançlarından dolayı bırakın intiharı denemeyi bunu düşünemezler bile. Bu sefer daha da çok sıkışırlar, çünkü bu acılara ve bu kadar mutsuzluğa rağmen yaşamaktan başka hiçbir çareleri yoktur ve bu dünyada amaçsızca, umutsuzca yaşamaktan daha zor, daha acı verici bir şey olamaz.
Ve bu sonsuz mutsuzluk içinde hayatlarını tamamlamaya çalışırlar. Onlara bir defaya mahsus verilmiş bu çok kıymetli ömrü mutsuz bir şekilde ölmeyi bekleyerek tamamlamaya çalışırlar.
Dolayısıyla yazının en başında da dediğim gibi özgüven bir insan için sanıldığından çok ama çok daha önemli bir duygudur. Çünkü özgüvenin bittiği yerde umutta biter, umudun bittiği yerde de hayatta biter, hayatın bir tadı, bir anlamı kalmaz. Yaşamak bir işkenceye dönüşür.
Özgüveninize sahip çıkın, eğer özgüvenle ilgili bir probleminiz varsa hayattaki ilk amacınız hemen onu düzeltmek, geliştirmek olsun, çünkü size gelecek umutlarınızı dolayısıyla da yaşama arzusu ve keyfini verebilecek en önemli değer özgüveninizdir.
Yarınki yazım: Peki Nasıl Yapacağız? Eğer düşükse Özgüvenimizi nasıl yükselteceğiz?
Yarın yeni yazımda görüşmek üzere, sevgi ve saygılarımla…
(Onur Tuna Facebook Sayfasından Alıntıdır)
Bir yanıt yazın